ERGUVANLI KONAK
Arnavut kaldırımı dar, tek katlı evlerin süslediği çıkmaz bir sokağı mesken tuttum birkaç gündür, pirketten yıkılmak üzere bir bahçe duvarı ile akasya ağacı selam veriyor. Her geçişim de, akıp giden insan selinin farkında olmadığı dünyanın siyah beyazlığın da kaybolmuş yaşlı bir konak.
Yürüyüşe çıktığım her gün uğrarım bu konak’a. Piyona dan çıkan müziğin sarhoşluğun da dinlerim pencerenin önünde. Hiç çalmadım kapıyı konuşmadım, ama bakmadan dinlemeden geçemedim bu yaşlı konağın önünden. İnsan nasılda aciz kalıyor karşısındakinin canı yandığında. Nasıl da yapacak bir şey bulamadan öğlece seyirci oluyor. İnsan zaman tünelinin karşısın da.
Üzülmek yetmiyor merhem olmuyor yaralara. Benim anlatacak kelimelerim yok aslında yaşanmışlarım var. Ben ilk defa bu kadar aciz, bu kadar tutumsuzum hayata… kelimelerin bittiği söyleneceklerin söylendiği yerdeyim.
Bırakıp gideli yıllar oldu 20 desem belki de daha çok döndüm diye bilmek için geç kalmış yirmi yıl………………… nasıl ben geldim denir mi ki? Giden çekip gidiyor kül basıyor yaralarına ya kalan o ne yapmıştı yıllarca… bulurum sanıyorsun dönünce, ama olmuyor. Bak şimdide kalın duvarlar var aranızda. Sen yine piyanonun başında ben pencerenin altında! Bakınca sanki hiçbir şey değişmedi ezginin nağmenin bitince sen camı açacak ben sana kırmızı bir gonca vereceğim.
Nedendir bilmiyorum, nağmeler sustu. Sen sen neden gelmiyorsun ki cama bir gelsen bir hatırlasan o günleri bak cam altında elimde kırmızı gonca gül ama yine gelmedin. O tepedeki erguvanlı konak yine sessizliğe büründü.
Ben mi! Yok çalamam kapıyı, var mı o kadar cesaret gidende. Yine yarın gelirim belki diyerek kalktım yine o Arnavut kaldırımlarını saymak vardı. Sessizce uzaklaştım geldiğim yoldan tepeye doğru döndüm, baktım maziyi görür gibi erguvanlar tomurcuklarını açmak üzere, mor erguvanlar.
‘Sana erguvan rengin de bir fular almış onu da camın kenarına bağlamış sende ertesi gün çarşıda gezerken boynuna bağlamıştın ne günlerdi…..
O akşam bazı dostlar ziyarete geldiler oturduk şöminenin başına sohbet başladı, önce askerlik anıları başladı. Kahkahalar tavan, ben bitsin gençlik anılarına gelsek bir iki soru sorsam diye yanıp tutuşuyorum. Bir türlü bitmiyor anılar ne kadar zaman geçti, hangi anılar anlatıldı. Pekte farkında değildim, ne kadar içtiğimi de birden bir sessizlik oldu, konuşmanın ne olduğunu da anlamadım. Öylesine dalmıştım ki şöminede ki alevleri sayıyordum sanki.
Başımı kaldırdım boş gözlerle dostlarıma bakıyordum. Ne oldu der gibi.
- Sen duymadın mı hani tepedeki erguvanlı konak var ya….
Kalbim hızla çarpmaya başladı. Ne desem! de sussan ya! anlatmazlarsa diye panikle…..
- Eeeeeeeeeeee
Hatırlar mısın çok sevmiştin! Unuttun mu? Sustun, dostun devam etti. Sen gittin neden gittiğini hiç anlamadık ama arkanda bıraktıkların.
- Ne oldu arkamdan anlatır mısın?
- Çok net hatırlamıyorum ama hatırladığım kadarı ile, senden sonra ( hani sen kaderim derdin erguvan konaktaki o güzel kıza)
‘KADERİM’ içim sızladı, ‘Kaderim, kaderim, kaderim! Kaderim,’ olmamıştı. Gitme! Gitme diyen o buğulu gözler dün gibi mıhlandı beynime.
- Gitme dersen gitmem kaderim ol demiştim.
- Gitme dememiştin, gitme demedin sadece baktın buğulu gözlerle sadece.
- Kaderin kaderi değiştiremez.
Demiş ve sessizce arkanı döndün ve gittin. Kaç gün bekledim pencere altında ama ne piyano çaldın nede deredeki evimize geldin, günlerin ardından gittim.
- Eeeeee…… ne oldu
- Erguvan konakta neler olduğunu hiç bilmiyoruz. Bilirsin ki onlar kimse ile görüşmezler ama onlara malzeme götüren hani Karaoğlan var ya her döndüğünde,
- Vay! Be peri kızı çok hasta solgun ve sessiz oturuyor. Kız çok hasta hep sorduk ama kimse neden hasta olduğunu bilemedik sonra annesini kaybetti, arkasından babasını, sonra gitti buralardan nereye gittiğini ne yaptığını hiç bilemedik. Sonra iki üç sene sonra döndü tekerlekli bir sandalyede ve yanında bir bakıcı vardı.
Dün yine malzeme götürmüş erguvanlı konak’a bakıcı kızla sohbet etmiş biraz hoş kız ama biraz geveze, hanım’a ne oldu dedim, doktorlar tedavi olmaz bu aşk yarası demişler. Yaşıyor işte arada hep aynı şarkıyı çalıyor.
- Sen gördün mü onu. Ne bakıyorsun kaderi diyorum. Ziyaret ettin mi? Konuştun mu?
Gerisini duymadım içkiden mi acıdan mı bilmiyorum. Ama gözlerim karardı miğdem bulandı, sonrasını hatırlamıyorum. Hastane odasın da açtım gözlerimi, çok tatlı iki kara göz bakıyordu bana! Kimsin sen güzel kız deyiverdim. Çılgın bir kahkaha ile karşılık verdi.
- Be amcam ben hemşire kader…..
- Yok be….. sen kader,
- Evet sonra iğne yapacak kader. Kaderin olacağım.
- Sen ne yaptın be amca kalp çok yorulmuş arada bir dinlendirseydin.
- Kader sahiden kader bu bunca yıldan sonra mı? Kader…… kaderim..
Gözlerimi kapadım. Bu çılgın kız da gitti biraz sonra doktor geldi odama ama konuşulanlar hoş değildi. Kalbim hasta imiş gülümsedim ben onu yıllardır biliyorum. Hasta ilacı da sizde değil ama size nasıl söylerim söylesem ne olur ki acaba. Sustum boş gözlerle baktım doktora. Arkasından kara gözleri fıldır fıldır tatlı sesi ile her söylediğini şarkı gibi kader geldi. Yastıkları mı düzeltti birde göz kırptı hınzırca.
- Sakın aşk hastası olma, deyiverdi doktor odadan çıkarken.
- Sustun bak amca ben iyi sır tutarım anlatmak istersen zile bas dinlerim seni.
- Çocuk sen daha çocuksun bu kocaman yüreği nasıl anlarsın,
Hayaller kimi zaman eşsiz renk cümbüşü için de gökyüzünde gün batımını izlerken sahilde. Kimi zaman dilimde doğanın kucağın da oturmuşken, kimi zaman da gecenin büyülü karanlığın da hakim olduğu yıldızlara benzermiş bir gökyüzüne ilişmişken gözler beliriverir çoğu kez, beyin kıvrımlarından süzülen binlerce düşünce kırıntılarının içerisinden ardından dudakların da bıraktığı garip bir tebessüm kalmıştır. Sizlere bir hatıra misali nasıl anlatılır sana bunlar ben nasıl dillendiririm bunca yılı, acıyı, vefasızlığı, hep içimde kalan sızın gitme deseydin. Baksaydın gözlerime, görürdün benim söylemek istediklerimi anlardın. Hep keşkeler.
- Kapıdan yine neşe ile girdi. Beyaz önlüğünün için de buğday teni, kuzguniye çalan dalgalı siyah saçları kocaman o gözbebeklerinin ortasında kocaman bir düğme.
- Geldim! Bak yastığın yine kaymış, sen yastıkla bile dik yatamaz mısın? Ne tuhaf hastasın sen bir etrafına bak öldün mü sen?
- Öldüm mü? Doğru ben zaten yaşamıyorum ki, ben yaşayan bir ölüyüm.
- Ya sahi mi? Sen konuşuyorsun da. Gülümsedim yaramaz bir kız çocuğu sanki, lafta anlamıyor.
- Git çocuk başımdan neşe rüzgarlarını başka hastalara ayır. Elimi tuttu.
- Elim elinde o kara gözleri gözlerim de sen anlat. Akıt içinde ki zehiri bak o zaman iyi olursun. Sen beni dinle,
Başımı aksi yöne döndürdüm, gözlerimi kapattım. Gitsin istiyordum bakmasın bana ilgilenmesin. Bir ses bütün dünya mı alt üst etti.
- Evde kader hanım…… burada sen, neden benim adım da kader,
Nasıl döndüm hiç bilmiyorum!
- Sen ne dedin! Ne! Bağırıyordum?
- Ne dedin sen,
Hayretler içinde açtı o iri siyah gözlerini şimdi o sevimli kızdan eser yoktu. Karşımda tir tir titriyordu. Bir adım geriledi kısık sesle,
- Sakın olun ben doktoru çağırayım,
- Yok diye bağırdım.
Daha da korktu kalbi elbiseden belli oluyordu, hani kaçarken tuzağa tutulan serçe gibi çırpınıyordu.
- Sakın ol bir şey yok, o bir nöbetti! Yanıma gel… uysal bir keçi misali yavaşça yaklaştı ama gözleri hala hayret ve korku içinde bakıyordu. Şimdi bende sakinleşmiştim.
- Gel yanıma çocuk… iki adım attı durdu,
- Bak bu odada olan bu odada kalacak doktor falan da istemiyorum. Anladın mı?
- Anladım efendim.
Dedi ama eminim hiçbir şey anlamamıştı, malzemelerini topladı ve acele ile odadan ayrıldı. Bir daha da akşama kadar gelmedi. İlaç’ımı başka hemşire verdi. Bende bir şey sormadım uyudum uyandım, tekrar uyudum. Ertesi günde uğramadı, hep başkaları geldi. Her kapı açılışın da bir başkası geliyordu. Bende hep onu hayal ediyordum. Kimseye bir şey soramamakta kötüydü. Artık hastaneden çıkıyordum. Bir kader daha kaybetmiştim, kaybetmek benim kaderimdi.
Evde birkaç gün daha yattım. Sonra yine başladı hasret acısı. İstemesem de ayaklarım benim hep o erguvan kokan bahçeye çekiyordu. Yada gözlerim hep tepedeki erguvanlı konak’a takılıyordu. Doktor dik yamaçlara tırmanma, sahilde yürüyüşler yap demişti. Ama ben erguvan kokusunu içime çekmeliydim. Mevsim bitmek üzere erguvanlar dökülecekti, benim hayatımın döküldüğü gibi.
Önce sahille yöneldi ayaklarım, yavaş yavaş yürüyordum. Sanki yoruldum. Bank aradım oturmak için ilerde bir tane vardı, sessiz sakın sahilde martıları seyrediyor, ekmek koparken çıkardıkları sesleri dinliyordum.
- Merhaba! Nasılsınız?
İrkildim döndüm o iki kara göz bakıyordu. Gülüyor muydu? Yok buğulu bakıyor ama bakıyordu.
- Döndün merhaba çocuk.
- Efendim özür dilerim. Bir daha gelemedim. Nedenini merak etmişsinizdir. Değil mi?
- Ettim neden gelmedin,
- Anlatırsam dinler misiniz?
- Tabi neden dinlemeyeyim.
Kader, “ yıllar sonra ilk kader değişimdi. Kaderim, kader içim sızlasa da ne günahı vardı bu yavrucuğun. Döndüm elleri ile oynuyor sanki anlatmak istediklerini sıralamak ister gibi idi.
- Marmaris’te yaşayan balıkçılık ve süngercilik yapan babam yosun kokusu duymadan yaşayamam derdi. Yaşlanmıştı ama yinede ne balıktan nede sünger avcılığından vazgeçmişti. Son çıktığı sünger avından vurgun yedi ve tekerlekli sandalye ye bağımlı kaldı. Ben o zamanlar 7-8 yaşında çocuktum. Sonra bir gün ne oldu bilmiyorum. Annem bağırarak komşuları çağırdı. Babam ölmüştü, aradan yıllar geçti zor yıllar… çok aç kaldık ama annem açlığımı unutturmak için ninniler söyler uyuturdu beni, işte böyle bir günde ninni sesine hayran kalıp sese bir abla geldi. Genç güzel sarı saçları omuzların da buğulu bakan yeşil gözleri vardı. Oturduk komşularda geldi, sohbetin arkasından annem valizleri hazırladı, zaten neyimiz vardı ki. Beraber onun kaldığı eve gittik, sonrada buraya geldik, kiminin tepedeki ev kiminin erguvanlı konak dediği ( eliyle işaret etti tepeyi) işte o eve yerleştik.
- Ne o hiç konuşmuyorsun istemezsen anlatmam.
- Döndüm yüzüne hafifçe gülümsedim,
- Yok be çocuk anlat.
- İşte o günden sonra hiç aç kalmadık. Hep evimiz de sıcacıktı. Birde mutlu gülümsemeyi ben bu konakta öğrendim. İki kadın vardı evde ikisi de suskun ve konuşmayan. Bende yaramaz bir kız bir bana dayanamazlardı. Ben hangi yaramazlığı yapsam hep güler, arada da yalandan kaşlarını çatar.
- Bak bu son olsun bir daha affetmem bak fena yaparım derdi annem. Sonra kader ablam alırdı.
- Sen kız mısın yoksa erkek mi? Yaramazlık erkek çocuklarının işidir. Maşallah sen onları aratmıyorsun.
- Sustu birden,
- Sonra dedim,
- Ben 13 yaşındaydım. Orta son sınıfa geçmiştim. Bir gece annemin öksürük sesi ile uyandım. Çok öksürdü doktor geldi eve annemin elindeki mendilde kan vardı. Çok geçmedi anemide kaybettim.
Başımı çevirdim o deli dolu kızın yanaklarından göz yaşları süzülüyordu. Döndüm göz yaşlarını sildim ellerimle.
- Sonra dedim yavaşça
- Acı bitmiyor!..
Sessizce kalktı ve yürüdü. Geldiği gibi sessizce uzaklaştı yanımdan. Arkasından baka kaldım.
Yeni dostluk kapısını açmıştım. Önüme birlikteliğin aynı yüreğin enkazını, yanık şehirler gibi ardına bakmamayı öğretmişti ya hanı güya bu hayat. Yaşayarak gördüm demiştim. Yıllarca boşuna avuttum. Dünyanın kirini pasını çamurunu yıkamıştım yüreğimde, sabahın seherinde akşamın yorgun sularında arındırılmış bir hayat kurmuştum da ne oldu. Boşu boşuna geçen yıllar hiç bir şey değiştirmemişti. Bak yine her gün bu Arnavut kaldırımları sayar oldum. Yıllar öncesi gibi.
Bak yine nağmeler yayılıyor erguvanlı konaktan. Geleceğimi mi hissettin bilmem ki bu ezgiyi hiç duymamışım. Ama insanın ruhunu dinlendiren bu ezgiydi. Çal kaderim çal.
- Sen kal diyemedin.
- Bende kalmalıyım diyemedim. Ne zormuş anlatamamak. Anlatsaydım anlardın ya da sen anlatsaydın ben anlardım. Nasıl yıktık sessizce o güzelim yıllar.
- İlk seni sahilde görmüştüm yanında küçücük bembeyaz minik bir köpeğin vardı. Havlamasaydı belki de seni hiç fark etmezdim. O havladı her ikimizde baktık ve gördük birbirimizi. O an yeryüzünün sanki ateşle kaplandığını bende içim de alev alev yanan bir yaprak gibi titrediğimi anladım sonra şimdi bu Arnavut kaldırımlarını ilk sayışım sanki, önce arkadaşlık ve dostlukların sımsıcak yorganına sarılıp yüreğimi öğle bir ısıttın ki ben bu sıcaklığı hala içimde hissediyorum.
Şimdi sanki sözcüler suya vuran yağmur damlaları her vuruşta dalgalar durgun sularda nasıl dalgaları yayılıyor. Sevdayı beceremeyenler sevdayı ağlatanlar imrendiler.
Her gün sahilde uzun yürüyüşler yapıyorduk. Ortalık bahar sıcağı gökyüzü hep nisan mayıs maviliği! O günler…. Sonra dere kenarındaki koca çınarların en yaşlısının koğuğuna ağaçtan ev yapmıştık havaların sıcak olduğu kumların ayaklarımızı yaktığı zamanlarda sığınağımızdı. Ağaç evimizin onunda papatyalar, gelincikler açmıştı. Artık burası bizim sığınağımızdı. Ben senden önce gelirdim hep gelirken de akşamdan yaptığım iki şiiri taşın altına koyardım. Bu bir oyundu herkes elindeki şiiri birbirine okur sonrada sonra da saatlerce otururduk bu ağaç evde işte aylar ayları kovaladı. Ne zor severken sevdiğini söyleyememek bir gün söylemek istedim. Hatırladın mı sana yazdığım şiiri okumuştum.’ben seni çok sevdim.’
Gökyüzünü süsleyen bulut gibisin, elime aldığımda çırpınan yüreksin, ürkek, coşkulu, özgür masum. Beyaz güvercinimsin sana sevdalar büyütüyorum içimde. Denizle dertleşiyorum, dalgalar duysun diye, bakışlarında eridim. Beyaz kanatlım seni yazdım bir kuşun kanadına martının çığlığında haykırdım. Duydum mu daha ilk dörtlüğünü okumuştum ki uzattın elini parmaklarını dudaklarıma değdirdin.
- Sus sakın ….. ne olur sakın söyleme. Devam etme dizelerde kalsın…. Sus.
Sustum içimden okudum da sana söyleyemedim. Hala düşünürüm neden çok az konuşurdun. Çok şeyde anlatmazdın. Saatlerce otururduk. Konuşmadan bir tek saçlarının bukleleri ile oynardım. Bir keresinde yüzüne bakmıştım. Gözlerin kapalı öğle oturuyordun. Ama konuşmuyordun, anlatmıyordun.
Bende büyü bozulacak zorlarsam bir daha gelmez onu bir daha görmemenin acısını yaşamak istemiyordum.
Daldığım hayallerden müziğin biten sesi ile kendime geldim. Gerçek hayata dönmüştüm. Elimde tek bir kırmızı gonca vardı. Onu, uzandım pencerenin önüne koydum, ve yavaşça uzaklaştım. Erguvanların kokusu içimdeki acıya mehlem olmuştu. Köşeyi dönerken bir çığlık sesi ile kendimi duvara yapıştırdım, bu ses……..
- Bakın iyilik melekleri ne getirmiş çok güzel kırmızı gonca… ay ne güzel ne oldu abla….. yeter ablama bir şey oldu koş.
- Yeterrrrrr…..
Konağın içinden yükselen sesler… sonra yamaca doğru tırmanan ambulans sirenini duydum.
Yollar kesişmiyorsa da yolcular hep aynı yoldaydı. Yokuşlarda yorulur inişlerde hızlanırdı. Yollarmış hayallerin arasına sıkışmış. Kasılmış gönül damarlarının rengi grileşmişti. Çanlar çalarken gönül bahçesinde kızıl sevdalar vardı. Eteklerinde….. yürüdükçe parça parça dökülüyordu. Kıvılcımlar…. Tabanlarım yanıyordu koşarak giderken kaderime… küçücük bir fanusa sanki camdan sığmıştım. Şimdi evren dolarmış ta havasız boğulmalara gebe. İpten bir merdivenle bile tırmanmaya değerdi bulutlara! Sevdanın alacasında yeniden doğmak.. ama biraz daha yaslandım duvara.. bir türlü çıkamadım. Kabuğumdan. Yapamadım nutkum tutuldu. Bu kasabaya geleli geçmiş mi beni susturan …. Susmak mı geçmişi hatırlatan!
Ambulans geldi. Ben köşede sessizce baktım saklandığım yerden. Sedyede götürdüler götürülenin kim olduğunu bilmedim. Ama kaderin olduğuna eminim. Yok işte cesaretim, çıkmaya karşısına. Ambulansın arkasından yavaş yavaş yürümeye başladım. Kaderin oyunumu bu bir türlü anlayamadım. Arkasından gelen arabaya yol vermek için yana çekilirken camdan bir ses!
- Ablamı hastaneye götürdüler. Gel bizde hastaneye gidelim. Lütfen beni yalnız bırakma korkuyorum. Çok korkuyorum, ne olur. Arabaya bindim. Heyecanla anlatıyordu.
- Ne oldu biliyor musun? Gül….. yonca….. kırmızı…camda buldum…..
- Sen gonca gülün anlamını bilir misin? Hani anlatsam anlar mısın? Bilmiyorum anlatmak ihanet…… anlatmamak çaresizlik….. sen çaresizlik nedir bilir misin?
- Sende bir sus pus…. Ya benim normal insan yok mu hayatım da? Neden
Araba durdu kelimeleri mi tamamlayamadan hastanenin önüne gelmiştik. Arabadan atladı. Bir adım attı. Geri döndü,
- Hadi……. Gel……. Gelmiyor musun?
- Hadi…………
Yüzleşmek yürek ister zordur yüzleşmek, cesaret edemezsin yüzleşmeye. Korkarsın! Her şeyin bir bir hesabı vardır. Sancılar içinde kıvranırsın… acıdan ama içinden çıkamazsın, çıkamazsın karşısına. Çıkmakta istemezsin, yok saymak ötelemek en kolay şeklidir. Yüzleşmekten kaçmanın işte ‘son nokta budur’ dediğin. Gözlerine bakarak söylemek…. Gözlerinin içine bakarak söylenen vedalar.
Gitme kal demedin. Bende kalıyorum diyemedim. Bunu vefasızlık, sadakatsızlık. Daha ne kadar yakacak canımı…. Sorgulamaya başladığında bütün suç benim mi? Bakmak istemezsen gözlerime. Bakma ama bu yıllar benim için kolay mı sandın?
Yüreğine, sıcacık sevgi filizlerini bile buz kalıplarına döndürür yüzleşme. Bütün gücünü toplayıp ‘GİT’ dediğinde.
- Hadi …….. hadi………..
İndim arabadan bu baş belasından kurtuluş yok gibi…. Beraber merdivenleri çıktık, kolidor da ilerlerken koluma yaslandı. Yaralı bir güvercin gibi titriyordu.
- Allah’ım ona bir şey olmasın. çok Korkuyorum! Kimsem yok benim….. o benim… ben onun her şeyiyim.
Odanın kapısına gelmiştik. Acilde odaya almışlardı.
- Benimle gel ne olur.
İçeri girdik ben kapıya yaslandım. Onlara bakıyordum. Yatağa yaklaştı elini tuttu.
- Kader ablam beni bırakma ne olur ben sensiz yaşayamam. Ne olur! Sende alıp başını gitme. Ne olur!
O sırada doktor içeri girdi. Her ikimizi de odadan çıkardı.
Sevinsem mi üzülsem mi? Bir türlü kestiremedim, onu görmüştüm dokunamasam da. O sarı dalgalı saçları lüle lüle yastığa yayılmıştı. Solgun yüzü fırtınadan sonra ki denize durgunluğu gibiydi. Bahçeye indik banka oturdu.
- Bir şey içer misin? Kahve…..
- Olur iyi gelir, kafamı toplarım biraz.
Kahve aldım geldim. Yanına oturdum. Kahve fincanını avuçlarının içine aldı. Bir müddet bir sağa bir sola yuvarladı. Sonra birden pat diye söyledi.
- Biliyor musun ablam hiç evlenmedi. Gençliğinde bir genci çok sevmiş.
- Hem de deliler gibi, ama hiç söylememiş. Neden ki?
- Bilmem demiş yavaşça yüreğim sızlamaya başladı. Bende neden diye sorgulamaya başladım.
- Nedenini annem biliyordu. Bana bile söylemedi, annem ölünce odasında günlüğünü buldum. Onu okudum ve ablamın bütün hayatını öğrendim.
- Yalnız sevdiği genci öğrenemedim.
- Ya…..
- Ama onu bir bulabilsem her şeyi anlatırdım ona ablamın onu ne kadar çok sevdiğini bir de ona neden git dediğini.
- Neden dedi ‘GİT’ diye.
- Kader hanım doktor bey çağırıyor. Birden fırladı, beni bile unuttu.
Beklemenin bir kez daha ne kadar önemli ve insanın ruhunun nasıl etkilediğini bir kez daha yaşıyordum. Onu bir kez görsem beni anlasa konuşamadıklarımızı konuşsak! Gelecek saklı içimizde, ümitle beslenen zaman zaman umudun karmaşası kuşku ve şüphe bunları anlatacak sözcük var mıydı? Özlemini ateşleyen kıvılcımlar bir bir çıtırdadıkça yine de yüreğimde tünelin sonunda görünen ışıktı umut……….
Bu gün günlerden hüzün, mevsimlerden bahar soğuk bir güne başlamanın ve yalnızlığın buruk acısını duydum yüreğimde işte bugün yine hüzün’e günaydın demek, yaşadıklarımı sorgulamak yaşayacaklarımı bilmeden. İşte böyle bahar gözlüm masal gibi yaşadıklarımız.
Hani çaresiz kaldığımız zamanlar vardır. En çok sevdiğimizi kırar incitiriz. Bazen de yutkunur kalırız. Hanı kırılır dökülürsünüz, ama eller birleşti mi kırıcı söz çıkmaz dudaklarımızdan. Öğle taş gibi kalırsınız ortada ne gidebilirsiniz bırakıp nede gidebilirsiniz benim gibi. Ne bırakıp gidebiliyorum nede yanına gidebiliyorum.
Beklemek! Neyi……. Neden….. bilmeden beklemek aşk zamansız gelmez. Zaman da aramaz aşk ansızın çıkar karşına ansızın yüreğine öğle bir yerleşiyor ki! Can acısına da katlanıyorsun kimi zaman ince ince işleyerek görkemli bir kapı açıyorsun gönül bahçende. Açılan kapıdaki ışığı fark etmek ya da yüzünü karanlığa çevirmek seçim bana kaldı. Gözlerin ani aydınlıkta kör olmaması için alıştırması gerekir. Yavaş yavaş uzatmalı avuçlarını o ışığı yakalamak için güneşi avuçlarında tutmak. Güneşi tutmak.
Evet güneşi tutmak benim kaderim olmalı. Hadi dön bak dersin içinden, açılan kapının önündeyim. Verdiğin tüm sıcaklığın ışığını almaya geldim diyen çığlıklarını bastırırsın. Uzatsan ellerini, çıkmama yardım etsen.
Hızla hastanenin basamaklarını çıktım. 107’nolu odanın önündeydim. Kapıyı açtım sessizce odaya süzüldüm. yatakta…….. yaklaştım sessizce, yatıyordu. Yaklaştım gözleri kapalı, birkaç dakika seyrettim güzel bir tabloyu seyreder gibi. Yavaşça uzandım, elleri elimdeydi. Ne güzel bir duyguydu. Allah’ım…..
Yüreğimde bir fidan büyürken onu daha çok sulamak, güvenli limanlara yelken açmak isterdim seninle geçmişi geçmişte bırakmak. Yakaladığım bu rüzgar da sürüklenmek hayatı tekrar yeşertmek isterdim seninle.
Yavaş yavaş gözlerini açtı, hala elleri elimdeydi, bırakmayacaktım bu kez. Sonunda ne varsa yaşanacak yaşamalıydım.
Uzun uzun baktı yüzüme yastığın kenarına diz çöktüm. Konuşmadan birbirimize bakmanın hazzını yaşıyordum. Ne ellerini çekti ellerimden, nede gözlerini kaçırdı gözlerimden, öğlece bakıyordu. Solgun yüzünden daha solgun bir sesle.
- Gitmeni hiç istemediğim halde mecburdum ve sana söylemeden ‘GİT’ ‘GİT’ demek kolay mıydı? Sanıyordun, hiç kolay olmadı, geçen o yıllar…… boşa heba olan o yıllar……..
Hayat aslında kendini bulmaktır. Kendin için neler hissettiğindir. Şefkat, sevgi sarmalın da nefretin yerine iyiliğe koymaktır. Kendin için istiyorsan sevdiklerin için de aynısını istemektir. Güven geliştirmek, önemsemek, öğrenmek, kendini tanımaktır hayat dediğin, sıcacık sevgileri, paylaşmaktır. Hayatın da olmasını istediğin güzelliklere şükretmek, elindeki sevgilere biraz daha sarılmak sonuna kadar tutmaktır. Yoksa hayatın bir kapısından girip diğerinden çıkmak çok kolay yaşamalıyız ve yarın bitecek gibi hemen mutlu olmaya bakmalıyız. Huzur ve mutluluk içinde!
- Şimdi nedenlerini anlatabilirim.
- Yok ben geçmişin sorgusunu yapmayı bırakalı yıllar oldu. Sus…. Gel…. Biz….. geleceğe bakmayı öğrenelim.
Cümlemi tamamlamaya fırsat bulamadan çığlık çığlığa odaya dalan kader…
- Ah…….
Bu çocuk keşke biraz daha geç gelemez miydin? Elimi elimden çekmek için hareketlenince elimi biraz daha sıktı. Çekmedim elimi.
- Bende seni arıyordum. Siz burada. O ne…… siz birbirinizi tanıyor musunuz? Siz…… ya bana bir şey anlatacak mısınız?
- Ablam……
II. BÖLÜM
Yavaş yavaş yürüyerek erguvanlı konak’a doğru yürüyorum kafamda bin bir düşünce, kader hastaneden çıktı evde artık bende elimde en çok sevdiği kır papatyaları, kafamda… artık düşünme diyor, içimden bir ses, bir seste neydi bana söylemediği bizi ayıran ne idi bir türlü unutamıyordum. Konak’a yaklaştıkça da merakta artmakta içimde! Nasıl! Nasıl sorarım…. Eeeee sormasam da bu merak beni öğle tedirgin ediyor ki? Bunu mutlaka öğrenmeliyim. Ama biraz beklesem uygun zamanı bulsam ya da geçmişi geçmişte mi bıraksam. En iyisi geçmişi geçmişte bırakmak! Ya kader(kız) o ne kadarını biliyor. O defteri bana neden vermek istemiyor. Neleri ne kadar biliyor. Bu işi onunla mı çözsem, yoksa geçmişi geçmişte mi bıraksam. Yoruldum çok yoruldum. Yılları yıllara dolamaktan! Yollar da yağmurdaki bir serçe kadar yalnız olmaktan yoruldum. Artık yalnız yürümekten, yalnızlıktan korkuyorum.
İnsan kendinden emin olsa bile sıcak özlemle dolu samimi ve dürüst sığınmak için bir liman arar. Konuşmak paylaşmak sıkıntılara ortak olacak can olmalı. Gönül bağları birbirine sıkı sıkı kenetlenmiş yürekler. Değeri bilmeli insan bir avuç sevginin, buğulu bakan bir çift gözün neler ifade ettiğini. Giderken bir kez dönüp bakmalı insan bıraktığı kalbin yıkıntılarına.
Aradan 2 ay geçmişti ben her gün bu yolu gelirken ve giderken bin bir türlü anıyı, geçmişi sorgulamadan edemiyordum.
Bahçe kapısının ferforje demirine sarılmış uçuk pembe gülün üzeri doluydu. Ev kapısına sarılmış hanımeli küçücük tahta çardaktaki yaseminlerde açmak üzere yedi veren limon ağacı da ucundan açmaya çalışıyor. Toprağa ektiğim yeniden yeşeren mevsimlik çiçekler hepsini özenle suluyordu. Toprak kokusunu duyumsarken ‘ ağaç evimizi’ hatırladım. Bu çiçekler onun geçmişte kalan sevgilerinin eseriydi. Yaşamalılardı bunlar…… Bir sakin ol diyesi geliyor insanın. Etrafına bir bak güzellikleri gör, neyin acelesi bu böyle beride bıraktıklarımıza bir an önce kavuşmak. Geçtiği yerleri görmeden, bakmadan sadece umuda yetişmeye çalışmak. Umutlu olmanın yolu sevmek sevinmekse eğer diğer yolu da hayata gülümseyerek bakmaktır. Bir tebessüm tüm dünyayı dolaşır demektir. Her şeye gülümseyerek bakmak, hayata yenik düşmek adına hem de sağlığımız adına gereklidir. Vazgeçemediğimiz için mutsuzluğa mahkum olmak yaşam şeklimiz olmamalı. Ben düşüncelere dalmışken kahve kokusu geldi burnuma. Yeter’in sesi:
- Muhsin Bey buyurun,
- Teşekkürler,
- Afiyet olsun,
- Kahveden sonra biraz yürüyelim mi?
Kahvemizi içtik;
- Yeter Kader’in şalını getirir misin?
Uzandım Yeter’in elinden şalını aldım. Omuzlarına koyarken gözlerindeki mutluluğu hiç görmemiştim. Ama başka bakıyordu bugün. Ellerinden tuttum, yavaş yavaş bayırdan aşağıya iniyorduk. Elini bıraktım omuzlarından tuttum bedenini bedenine yaslarken hiç itiraz etmeden yasladı vücudunu bana yavai yavaş yürüyorduk, konuşmaya korkar bir halimiz vardı.
Bir kıyıda durup akan nehir’e bakıyorduk sessizce. Her bir su damlasını kendinden biriktirdiğini biliyordu o. Damlaların ışıltısını yüreğine sakladığını hissediyordum. Deli gibi çağlayan nehirlerin suskunluğunda geçmişi yaşamak! Öfkeli ve suskun çocuklardan gelen bir vücudun dünyaya tekrar dirilişiydi bu. Ya atlayacaktı ölüme daha da kenarda durup geçmişin hesabını yüreğine gömerek, o muhteşem duyguya giden damlacıkların ışıltısına kapılı verdi birden. Biliyordu yorulduğunu da kanatlarına alacak bir el vardı. Ateşin narında yanmıştı. Ellerini uzatınca yakalayacağını bilerek o ateşte anmayı isteyerek basmıştı ayaklarını o kor ateşe sevda içini yakarken hep susmuştu o. Teni ateşten yanarken onun yokluğunda içi üşümüştü. Buz tutardı saçları, dudakları alev alev yanarken zamansız vakitlerde yaşamıştı. Şimdi yanındaydı, hatta kollarındaydı. Duyunca nefesini nefesinde işte o zaman diriliş törenleri yaşıyordu, sevdasından içi yanarken o susuyordu hep. Artık susmak yoktu. Deli rüzgârlar kabartır nehir yatağını. Deli yağmurlar azdırır nehrin sularını. Martılara anlatmayacaktı aşkını.
- Seni… Çok… Sevdim…
- Bende…
- Çok sevdim. Sen bilir misin?
- Yaz yağmurunda benimle ıslanmaya bulutlardan yağan her kelimeyi açıp koynumda sakladım.
Razıyım yeter ki nefes alabileyim. Aldığım her nefes o yağmurla içime yağ. Yan yana bir taşın üstüne oturduk önümüzde sonsuz bir ova vardı sanki. Ne kadar oturduk bilmiyorum ama bildiğim tek şey onun başı benim göğsümde elleri ellerimde öğlece oturduk. Onun fısıltı gibi söylediği bir sözle irkildim.
- Çok şeyi kaybettik… Kayıp gitti hayallerimiz. Yazık ettik… Yılları acı ile geçirdik… Bütün bunların farkına çok sonra varıyoruz. Sonra keşkelerle geçiyor yıllar. Ölüm gelince yaşamın kıymetini! Hastalanınca sağlığın, huzursuzluk gelince huzurun kıymetini ancak anlıyoruz…
- Hayat çok zor! İnan hiç istemedim, böyle olmasını. Ama hep beni buna ikna ettiler nedenini çok merak ediyorsun değimli? Sustum.
- Evet desem… Olmaz.
- Hayır desem… Merak beni öldürecek.
- Ben çok hastaydım çok nadir görülen bir hastalığım vardı.
- Ne… Sen hasta.
- Evet, hastasın dediler. Hala da öğle olduğunu sanıyorum. Yalnız, şimdi doktor bu hastalığımı hiç söylemedi. Bende anlatmadım.
- Ne bu hastalık,
- Kanda bulunan bir bozukluk! Anlattı… Anlattı… Hiç bir şey anlamamıştım. Yani biz bunca yılı bir hastalık uğruna mı kaybettik.
Yine sustu. Başını omzuma koydu.
- Ucunda ölümde olsa…
- Sus… Elimle dudaklarına dokundum.
- Sus söyleme.
Uzandım çenesinden tuttum o yeşil gözlerini ne çok özlemişim. Önce anlına bir buse kondurdum. Sonra o minik burnuna. Yıllanmış şarap’ın tadı gibi kendimizden geçtik… Sonra okuldan kaçmış liseliler gibi sessizce oturduk. Taki bizi bir ses kendimize getirene kadar.
- Abla… Ya… Çok merak ettim seni…
- A Muhsin Bey de buradaymış.
Elimde kır çiçekleri ile kalakaldım. Bu kız… Ah… Bu kız. Kader’imin Kader’i.
- Ne o Kader takipte miyiz?
- Yok, Muhsin Bey ablamı merak ettim.
- Merak etme benimle… İzin almayı unuttum Kader Hanım.
- Neden sitem ediyorsunuz Muhsin Bey anlayamadım. Ben ablamı merak ettim. Yeter hanım sizinle olduğunu söyleyince,
- Hastalanır sandım, bu kadar iyi olduğunu bilseydim aramazdım. Sizde sitem etmezdiniz.
- Kader… Çocuksun ama… Senin de anlamadığın bir şey var.
Birden neşeli Kader oluverdi. Başladı yine kuş cıvıltıları. Bu kız ah… B u kız. Ne desem bir türlü ne onunla, nede onsuz olabiliyorum.
- Artık dönelim mi Muhsin.
- Bir daha der misin?
- Artık dönelim mi Muhsin? Canım…
- Kaderim kaderimsin canım benim.
- Sen sevginin verdin ya bana varlığınla taç yaptım meleklere sundum. Senin aşkın yaşattı beni. Sevgimi sana sunuyorum.
- Aşkın melekler kadar masum. Yaşayarak öğrendim kıymetini. Sen gidince umudum oldu her doğan gün.
- Seni senle sevmenin hazzını duydum. Sevgini, mutluluğunu, aşkın yarınlarıma umut olsun.
- Gecenin koynuna sessiz giriyordum. Gözlerinden çaldığım yıldızları gecemi aydınlatmasını isterdim. Hayalin her gece ay oldu doğdu odama.
- Kader’im bu gece sensiz kalmak istemiyorum. Ellerin ellerimde gülüşünü istiyorum. Hep yanında kalmak, bir yudum çayı senle kana kana içmek. Yâda aşkın şarap’ını sunmak! Yüreğimsin gel rüyamda gördüğüm en güzel rüyam ol. Bir ömrü paylaşalım. Bir ömür yanı başında yaşlanayım. Gel tutu ellerimi ömrümün ömrü ol. Ben sen, sen ben ol.
Uzattı ellerini kedi gibi sokuldu göğsüme yavaş yavaş sanki yol bitsin istemez gibi yürüdük. Otlar, çiçekler, ağaçlar, kuşlar, gökyüzü şahit olsun. Eve iyice yaklaştığımızda yavaşça uzaklaştı kollarımdan.
- Yarın yine gel. Bu gece seni düşüneceğim.
Diyerek eve doğru yürüdü. Bende bir zamanlar tek tek saydığım kaldırım taşlarını, sanki sekerek yürüyordum. Hani yaşım kemale ermişti ya, yok… Yok… Ben o yorgun, bitkin adam değilim. Ben mutluluğu bir kadeh şarapta bulmadım. Sevdiğim gözlerinde buldum. Sabah uyandığımda yılların yorgunluğundan eser kalmamıştı. Bugün özel ve güzel olmalı. Yüreğime inci gibi dokunan bir duygu bu… İçim kıpır kıpır neşe doluyor yüreğime neşeli olunca bir başka bakar insanın gözü, yüreği, yüreğinin incisidir. Güller toplamalıyım ellerimle. Güllerin bir başka anlamı vardır. Hele sevdiğine hediye ise bambaşka duygulara yelken acar yüreğin! Benim için bu günün anlamı yüreğime gelen ayın sonsuzluğuna büründüm. Bir gülüş ile bana ne duygular tattırdın, günlerimin ay’ı oldun yüreğimde ol bir ömür.
Yüreğimde bahar gününün eşsiz hazzı, ellerimde beyaz gül demetleri, Arnavut kaldırımları, yüreğim. Bu gün yapraklar tomurcuk açmakta, karşımda erguvanlar içinde tepedeki konak nasıl tebessümle bakıyor. Sanki gülümsüyor. Seni buldum ya, yeni güne seninle uyandım ya.
Mis gibi çiçek kokularına yaklaştıkça kalbim daha bir hoş atıyordu. Bahçe kapısına uzandım. Kader belirdi birden. Yüzünde donuk bir ifade vardı.
Telaşla;
- Ne oldu Kader bilmem gereken bir şey mi var?
- Şu acımasız dünyada senden başka tutunacak dal yok mu?
- Ne demek istedin çocuk?
- Çok geç fark ettin.
- Neyi Kader,
- Her türlü yola başvurdum ama ben anlamadım. Şimdi bütün yollar çıkmaz sokak bir seni yakın bulmuştum. Belki hasretini duyduğum babam gibi… Doyamadığım annem gibi, sevgiye hasret yüreğim, bir dost bulmuş gibi.
- Bir şey anlamadım neler oluyor bu sitemin neden.
- Geç fark ettin çok geç. Bu defteri çok merak ediyordun değil mi?
- Defter. Kaderin mi o?
- Almak istemez misin?
- Yok, Kader gerek kalmadı. Biz anlaştık ve maziyi toprağa gömdük, akan derlerde yıkadık dağlara astık, rüzgârın yellerine bıraktık. Göçmen kuşlarla uzak diyarlara gönderdik.
- Bak Kader! Sebepsiz eskimez her şey. Boşuna önemini yitirmez. Çok şey feda ettik biz. Geçmişi maziye gömmedik sadece onunla yaşamayı öğrendik. Zaman mıdır değerleri önemsiz kılan? Eskimek gibidir Kader geçirdikçe günleri seni takip eder geçmiş peşinden. Bazen başını alıp gitmek düşer sana ben o yaşanmışlarımı yaşadım. İsyanlar yüreğimi dağladı.
Sustum bu çocuğa ne anlatsam boştu. Ne yapmak istiyor ne düşünüyor bilmiyordum.
- Şimdi o günler gibi değil hiçbir şey. İlişkiler yarım kalmış hevesin kursağında kalmış. Yaşamak kapı arkasına asılmış çoktan. Değişmek istesen de nafile. Yüreğin kaderinin peşinde yürür o kaderi olmuştur. Sevgi tükenmiyor.
Sustum bir süre baktım o kara gözlere.
- Bak çocuk sen o defteri çıkardığın sandığa geri koy ve bir daha da çıkarma. Ya başını alır gidersin aklından geçtiği gibi, ya da bile bile kederle yüklersin sevgi dolu yüreğini. Bırak çocuk! Bırak bizi Kadere keder doldurma. Biz o kederi içimize gömdük artık.
Kapıyı kapattım. Kaderin ellerinden tuttum. Gözlerimi gözlerine diktim. Tirtir titriyordu. Kokumu hırsımı bilmiyorum.
- Ömür boyu sevecek kadar derinse yüreğin, aklın mantığın duygun hep aynı insanın adını veriyorsa sana yanında alacak yılları hiçe sayar gibi.
Kararsız olduğum konular birbiri ile savaşıyor beynimde hayatın yükü zaman zaman büyüyorsa omuzlarında ve illede acısını çıkartmak istiyorsan birilerinden aşkın hedef alıp ona patlamayacaksın!
İşin özü bu işte, aşk sırca köşk gibidir. Yakıp yıkmayacaksın! Yıkıyorsan yıkılacaksındır da sonunu düşünüp öyle adım atacaksın. Biriyle hayatın bir yerinde el ele isen, duygularının tüm sorumluluğunu da üzerine alacaksın. Ya mutlu edecektin ya da çekip gideceksin. Söyle şimdi ne yapmalıyım. Sustu gözlerini indirdi. Sessizce çekti ellerini bana baktı. Derin bir ah çekti. Sonra sessizce eve doğru yürüdü. O önce ben arkada taşlı yolda çıkan ayak seslerinin tak taklarını dinleyerek ilerliyorduk. Tam giriş kapısına gelmiştik! Geriye döndü defteri uzattı.
- Hayır, çocuk hayır onu da istemiyorum. Geride kalanların yanına koyu ver. Bundan sonra bana lazım değil.
- Tamam, anladım bende kalsın o zaman.